“Uluslararası ilişkiler denilince akla ilk ne geliyor?” diye sorulacak olursak çok farklı cevaplar almak mümkün. İsim itibariyle halkla ilişkiler bölümü ile karıştırılmaktadır. Türkiye özelinde konuşacak olursak, mühendis, doktor, öğretmen ve avukat dışındaki mesleklerin ve bu mesleklerin edinilmesini sağlayan bölümler dışındakilerin kabul görmediği bilinen bir gerçek. Hal böyle olunca da; uluslararası ilişkiler bölümünü iki senelik sanmak da, bitirince hemen büyükelçi olacağını sanmak da normal bir durum…
Peki, nedir bu uluslararası ilişkiler?
Ne işimize yarar?
Cevaplayalım.
Uluslararası ilişkiler 1919 yılında –yani yaklaşık yüz yıl önce- Aberstwyth Üniversitesi tarafından eğitim alanına sokulmuştur. Ama çoğu uzman tarafından başlangıç noktası olarak 1648 yılındaki Westphalia Anlaşması’na dayandırılmaktadır.
Daha da basitleştirecek olursak; uluslararası ilişkiler, birçok bilim dalını içerisinde barındıran ve hepsinden faydalanan/fayda sağlayan bir disiplindir. Genel itibariyle ana aktörü devlettir. Devletin bir olay karşısındaki durumunu, tutumunu inceler. Bu sebeptendir ki, uluslararası ilişkiler sürekli gelişen, değişen, dinamik bir yapıdadır. Sanılanın aksine derin entelektüel birikim ister. Devamlı gelişim ister.
Kitap okutturur, makale araştırması yaptırtır, gündem ile beraber yaşatır. Kısacası hayatın her anını teorikten pratiğe döker bu disiplin. Yani kitap okuyan, araştıran, öğrenen ve kendini geliştiren kişiler ister uluslararası ilişkiler. Bunları yapan kişiler de “Amerika’nın oyunları bunlar!” “Batı bizi kıskanıyor!” gibi söylemlere hayatlarında yer vermezler. Neden sonuç çerçevesinde ilerler, analitik düşünerek hareket ederler.
Bunun neresi zararlı? Bunlardan hangisi işe yaramaz?
“Bırak şimdi bilimsel tarafı, iş imkânı var mı sanki?” dediğinizi duyar gibiyim. Elbette ki var hem özel sektörde hem de kamu kurumlarında. Her İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi mezunu kadar iş imkânı var. Mezunların istihdam edilememesini okunulan bölümlere bağlamak yerine, yönetsel problemlerden kaynaklı olduğunu kavramak daha doğru olacaktır.
Hepsini toparlayacak olursak; uluslararası ilişkiler disiplini Türkiye’de, son on yılda dikkate değer bir hal almıştır. Bunda da, bölgemizde ve dünyamızda yaşanan kritik gelişmeler etkili olmuştur. Dünyada 1919’da disiplin olarak kürsüsü açılan uluslararası ilişkiler, Türkiye’de yeni yeni önemsenmeye ve fark edilmeye başlandı. Bu disiplinin ana dilinin de İngilizce olduğunu düşünürsek, “bizi kıskanan Batı”dan ne kadar geride kaldığımız anlaşılabilir.
He! Bu aşılamaz mı?
Elbette aşılır. Ama nasıl?
Madde madde yazalım:
Elbette bu maddeler yetersiz… Daha da artırılabilir. Ama şunu unutmayalım; uluslararası ilişkiler böylesi bir coğrafyada yer alan ülkemiz için kaçınılmaz bir şekilde üzerine düşülmesi gereken bir disiplin.
Ne güzel demiş İbn-i Haldun “coğrafya kaderdir” diye… Bu ülkenin, bu milletin kaderine teslim olmaması için, genelde sosyal bilimlere özelde ise siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler disiplinine önem vermesi elzemdir.
Çok uzattım farkındayım ama ne olursunuz şu bölümün kıymetini idrak edip üzerine yatırımlar yapın. Emin olun sonunda kazanan Türkiye olacaktır!
Kalın sağlıcakla…